Taa ekimde ayarladığım, o günden beri hevesle beklediğim stajımı yapmak için Magdeburg’a gelmiş bulunuyorum! Bu yazıda ilk haftamın nasıl geçtiğinden, kaldığım yerden ve staj yaptığım enstitüden bahsedeceğim.
Yeni evim güzel evim
Magdeburg’a gelmek için Berlin’e indim ve oradan FlixBus’a bindim. 1 buçuk saatlik yolculuktan sonra beraber çalışacağımız doktora öğrencisi Ayşe beni karşıladı ve bir şeyler atıştırmaya gittik. Almanya’da olduğumu Ayşe’nin neredeyse 1 litrelik birasından anladım 🙂 Bol bol akademik hayatlarımızdan, labdaki kişilerden ve şehirden konuştuktan sonra, beni evime yerleştirmek için yola çıktık. Evden önce süpermarkete uğradık çünkü Almanya’da pazar günleri her yer kapalı olduğundan yiyecek hiçbir şeyim, içecek suyum bile olmayacaktı. Daha sonra markete 15 dakika uzaklıktaki evime geldik.
Kalacağım yer enstitünün hemen yanında, hatta binanın merdivenlerinden odamın için gözüküyor, o kadar yakın 😀 Evim tek kişilik, 1+0 (aslında bu yüzden odam diyebilirim) ve enstitünün misafirhanesinin içinde. Yaklaşık 15 oda var ve benim odam büyük odalardan, banyo odanın içinde ve koltuk var. Yatağım, koltuk, 1 adet çalışma masası, 1 adet 2 kişilik yemek masası, 1 konsol, 2 şifonyer ve 4 kapılı dolabım tek bir odada bulunuyor. Bu kadar geniş bir oda ve büyük bir dolap yıllarca 6 kişilik yurtta kalmış bünyeme ilaç gibi geldi vallahi. Banyo odanın içinde ayrı bir yerde ve katta ortak mutfak var.
Klasik düzenli Alman mahalleleri
Yerleştikten sonra odadaki sabun, kağıt havlu gibi şeyleri almak için tekrar markete çıktım ve dönüşte biraz mahalleyi gezdim. Aslında baya şirin, güzel bir mahalle. Evler düzenli, her sokak farklı renkte. Mesala ana cadde sarı ve kırmızı evlerden oluşuyorken bir arka sokak pembe, mavi, sarı pastel boyalı evlerden oluşuyor. Hatta genel olarak şehrin biraz eski bir havası var (bence biraz da Rus havası), bunu da Doğu Almanya’da olmasına bağlıyorum. Her sokakta bisiklet yolu var ve sanırım ben de bisiklet almayı düşünüyorum çünkü 2 günde 1 markete gidiyorum ve sürekli 30 dk git-gel yapmak istemiyorum.
Ertesi gün, yani pazar günü, biraz etrafı turlayayım, hem de belki kahve içip yazı yazacak bir yerler bulurum diye şehri gezintiye çıktım. Kabul aldığımda Magdeburg’a internetten bakarken Dom Katedrali’nin çok büyük ve ihtişamlı olduğunu görmüştüm, Dom’u karşımda görünce hem sevindim hem de gerçekten oraya geldiğimi anladım, aylarca bir fotoğrafa bakıyorsunuz ve daha sonra orayı karşınızda buluveriyorsunuz 🙂 Instagram için oluşturduğum bir story serisi var, şehirlerin ikonik yapılarının olduğu kartpostalları o yapıların önünde fotoğraflıyorum ve bu seri için Hundertwasser House’ın bir fotoğrafını çektim (bu seriyi baya seviyorum, bence bi instagramıma göz atın).
![]() |
Hundertwasser House |
Bu arada telefon hattımı ALDI Market‘ten aldım, içinde 10 euro olan bir hat veriyorlar ve daha sonra internetten tarifenizi seçip hattı aktive ediyorsunuz. Benim tarifem aylık 10 euroya 3 GB internet içeriyor ve dediklerine göre internet bütün Avrupa Birliği ülkelerinde geçerli. Bakalım, öyle mi göreceğiz 🙂
Lab, araştıma ve enstitü
Pazartesi günü labdaki ilk günüm ve hem inanılmaz heyecanlı hem de inanılmaz mutluydum, çünkü aylardır konuştuğum post-doc Rodrigo ile tanışacaktım ve de alışkın olduğum lab ortamlarından bambaşka bir yerde, bambaşka bir araştırmanın içine dahil olacaktım. Ve araştırmaya ilk günden iyi bir giriş yaptık bence, hamile sıçanı öldürüp karnındaki embryoların beyinlerini topladık. Daha sonra bu beyinlerden hippocampusleri ayırıp hippocampal nöronları büyümeleri için ektik. Bu benim için fazlasıyla büyük bir olay çünkü hayatımda ilk defa nöron hücresi gördüm ve hiç bilmediğim bir yöntem görmüş oldum. Sonradan öğrendim ki beni hayretler içinde bırakan bu olay aslında gayet normal bir prosedürmüş.
![]() |
Magderburger Dom |
Sıra geldi biraz da labı ve enstitüyü tanıtmaya. Labda post-doc Şilili Rodrigo ve doktora öğrencisi Ayşe var, bir de ben geldim. Araştırdıkları şey de şu, nöroplastin diye bir hippocampuste bulunan bir protein var ve bu protein hafıza ve öğrenme ile ilgili. Normal bir şekilde büyüyüp bir şeyler öğrenen sıçanlar, daha sonra bu protein hücrelerinden yok edildiğinde öğrendikleri şeyi unutuyorlar! Ve de seçici bir şekilde genelde travmatik olayları unutuyorlar! Bence bu inanılmaz bir olay ve böyle bir araştırmada olduğum için gerçekten çok mutlu oldum, lab konusunda güzel bir tercih yapmışım. (Bu arada bu konuyla ilgili neredeyse bütün paperleri Rodrigo yazmış, okuyayım diye kendi paperlarını verdi hehehe)
Enstitünün tam adı Leibniz Institute for Neurobiology ve baya büyük bir yer, çok farklı ülkelerden insanlar var. Şimdiye kadar Alman, Hintli, Çinli, Fransız ve İspanyol insanlarla tanıştım mesala. Ve bu kadar büyük bir yer sadece neuroscience çalışıyor ama neuroscience’ın her şeyi buna dahil. Nörogenetikten tutun moleküler biyolojiye, hayvan deneylerine kadar birsürü araştırma konusu var.
Yeni international arkadaşlıklar
Labda Ayşe ve Çinli Xiao çok yakın arkadaşlar ve genelde üçümüz beraber takılıyoruz. Bir akşam lab çıkışında Rodrigo, Ayşe, ben, Xiao ve Andre Dom’un yanında ve nehir kenarında çok tatlı, çok minnoş bir bira bahçesine geldik, Çimlerin üzerine masalar atmışlar ve her yer ağaç dolu. Bir de bu ağaçlara küçük ampuller asmışlar, aman allahım resmen vuruldum, VU-RUL-DUM. Anlaşılan yazım burada geçecek 🙂 (Mekanın adı Schweizer Milchkuranstalt Fürstenwall.)
Xiao ile ilgili komik bir şey anlatmak istiyorum. Xiao’nun Çinli olduğunu öğrendiğimde, “Ni hao, wo shi Cemre” diye Çince kendimi tanıtmıştım ve çocuk deneyini bırakıp bana bakakalmıştı, bildiğiniz error verdi 😀 Sonra da yanındakine dönüp “bu kız Çince konuşuyor” demişti.
Nece konuştuğumu bilmediğim zamanlar
Bu arada Ayşe’yle aramızda Türkçe konuşuyoruz ama Rodrigo ve enstitüdeki diğer insanlarla İngilizce konuşuyorum. Böylece deneylere ve konuya iyice hakim olabiliyorken İngilizcemi de Rodrigo’yla akademik olarak, diğer insanlarla da normal günlük sohbetlerle olarak geliştirebiliyorum.
Ama şöyle bir şey var, annem buraya gelmeden önce “3 ay Almanya’ya gidip Almanca öğrenmezsen … ” diye beni fena sıkıştırmıştı, tehdit ettiği şeyi burada söylemek istemiyorum 🙂 Bu yüzden markette falan Almanca konuşmaya çalışıyorum AMA minik bir sorunum var. Yıllardır Almanca konuşmadığım ve 2 yıldır sürekli İtalyanca ile iç içe olduğum için beynim yabancı dil olarak sadece İtalyancayı kodlamış. Almanca düşüne düşüne soru soruyorum, kasiyer Almanca cevap veriyor ya, ben evet için “ja” yerine “si” diyorum ya da sürekli “danke” yerine “grazie” diyorum ve bundan kesinlikle kurtulamıyorum, insanlar beni İtalyan Kız olarak falan öğrenecekler galiba 😀
![]() |
Ya da belki Bingöllü kız falan? |
Cumartesi günü Glacis-Park’ta küçük bir festival vardı, oraya gittik ve her şey çok tatlıydı. Burgerciler, ev yapımı likör satan standlar, vegan salatacılar, birsürü şey vardı. AMA benim için bu festival deyince aklıma gelecek şey portatif tuvaletler. Daha önce hiç kullanmamıştım ve bir konteynıra tuvaletimi yapmak (tabi ki sabunsuz ve sifonsuz) fazlasıyla ilginç bir tecrübeydi. Festivalden sonra bir Vietnam restoranına yemek yemeye gittik. İstanbul’dan bile fazla yemek çeşitliliği ile Magdeburg beni gerçekten şaşırtıyor.
Bakalım bir sonraki lezzetli ülkemiz gelecek hafta neresi olacak 🙂
Miniş bir not: Yazı serimin adı Magdeburg Deneyleri çünkü hem burdaki lab stajımı anlatacağım hem de küre kullanarak açık hava basıncı deneyleri burada yapılmış. Lisede fizik dersinde gördüğümüzü hatırlıyorum, belki hatırlarsınız 🙂
Magdeburg Deneyleri Final Chapter
Magdeburg Deneyleri Chapter 9
Magdeburg Deneyleri Chapter 8
Magdeburg Deneyleri Chapter 7
Magdeburg Deneyleri Chapter 5-6
Magdeburg Deneyleri Chapter 3-4
Magdeburg Deneyleri Chapter 2