Magdeburg Deneyleri Chapter 3-4

Artık bu hafta “Alamanya soğuk memleket”in ne olduğunu bence görmeye başlamış bulunuyoruz. Bütün hafta boyunca havanın 15 derece olması, sürekli yağmur hatta dolu yağması ve labda sürekli deney yapmış olmam bütün enerjimi emdi desem yeridir.

Yağmurun yağmadığı nadir akşamlardan biri olan salı aşkşamı yemeğimi yanıma almışım, keyif yapayım diye nehir kenarında oturup yedikten sonra Magdeburg’da gezmediğim birkaç yeri gezmeye başladım. Birkaç saat sonra Ayşe ve Rodrigo ile buluşacaktık ve o saate kadar oyalanırım diye düşünmüştüm ama bu arada şarjım bitti. Buluşacağımız barın ne adı ne yeri ezberimde var ve buluşma için saate de bakmam gerekiyor, dedim ki ben en iyisi eve gideyim telefonumu şarj edeyim biraz.

Kayboldum 1, kayboldum 2, kayboldum 3

Olduğum yerden eve direkt giden tramvaya 15 dakika olduğu için aktarma yapmaya karar verdim ve diğer tramvaya bineceğim durağa geldim. Her şey güzel, tramvayıma 2 dakika var ve bu sırada “eve gideyim, acaba yemek yemeye vaktim kalır mı” diye plan yapmaya çalışıyorum. Tramvay geldi, bindim ama nasıl yorgunum, bildiğiniz uyukluyorum koltukta (zaten labdan da yorgunum diye erken çıkmışım). Ve üzülerek söylüyorum ki gözümü açtığım an şehrin hiç bilmediğim bir mahallesinde, saçma sapan bir duraktaydım. Yerin adı Südenburg, burası önemli, daha sonra karşımıza tekrar çıkacak 🙁

Ne kadar gittim, neredeyim hiçbir fikrim yok. Ve ve ve ben ne zaman  kaybolsam mutlaka telefonumun şarjı biter ve telefonum tabi ki artık kapanmıştı. “Yine mi kayboldum ya” diye söve söve başım önde indim tramvaydan. Bir de artık neredeysem, normalde tramvay durakları yolda karşılıklı oluyor iki yön için de, indiğim yerde sadece 1 durak var, karşı yöndeki durak yok. Haydaa, yürü bakalım diğer yöndeki durağı bulana kadar. Neyse ki buldum ve aktarma yaptığım yere geri gidip kendi tramvayıma binebildim, kendimi tebrik edip başarılarımın devamını diliyorum. 15 dakika kazanayım diye çektiğim işkenceye bak. Tabi ki evde yemek yiyemedim ve telefonumu biraz şarj edip doğru Ayşe’yle Rodrigo’nun yanına gittim.

Bu olayın üzerinden bir hafta geçti, ben o sırada “lanet olsun yine kaybolup abuk abuk yerlere gittim” diye ağlarken yol çalışması sebebiyle evimin önünden geçen tramvay kalktı ve onun yerine garip bir yere giden otobüs koydular, oradan aktarma yapmam gerekiyor. Ve sağolsun canım Almanya bütün duyuruları Almanca yaptığı için ne yapmam gerektiğini tam olarak bilmiyorum. Yine labdakilerle buluşma planı yaptık, otobüs geldi bindim ve tramvaya doğru gittiğimi varsayıyorum. Derken otobüs şehirden çıkıp otoyola girdiii, ne hoş ve daha sonra tak diye bir alışveriş merkezinin yanında durdu. Ve arkadaşlar, olduğum yer tabi ki Südenburg.

Ne yapsam derken şoföre gidip “tram??” diye sormamla adam bir bağırmaya başlamasın mı! Arkadaşlar adam benimle almanca bir şekilde kavga ediyor, zaten bu konuda en başından gerilmişim, ne avaz avaz bağırıyon amca ya. En son da düğmeye kırar gibi basım kapıları açıp attı beni otobüsten iyi mi. Ve bilin bakalım benim şarjım kaç :))) Yüzde 5. Şaşırdık mı HAYIIIR. Ayşe ve Xiao bana yol tarif etmeye çalışıyorlar ama tramvar o gün değiştiği için kimse bir şey bilmiyor. Ben bir şekilde bir otobüs buldum oradan ve 1 saat de gecikmeli olsa yemeğe gidebildim (dans eden emoji).

Bu arada bir hafta içinde 3. kez daha kayboldum ama onu burada yazmam pek mümkün değil çünkü korkudan kalp krizlerine sebebiyet verebilir 🙂 İyi tarafından bakarsak bu sefer şarjım vardı ve şarjım hayatımı kurtardı 🙂 Dipnot, kaybolduğum yine Südenburg…………….

Pozisyon al, hazır ol, yola çık!

Hafta sonu ise buraya geldiğimden beri ilk resmi gezimi yapmak için Dresden ve Prag’a gittim. Hava durumuna göre sıcaklık 15 derece gibi olacaktı, ben de ona göre uzun kollu tişört giydim, yanıma kazak aldım ve boynuma da şal aldım. Hava hakkında söyleyeceklerim şunlar: 7 derecelik sıcaklık yüzünden Dresden’de bere almak zorunda kaldım (evet haziran sonunda bere aldım ve neden bere sattıkları da ayrı bir konu bence), ne kazağımı ne kot ceketimi üzerimden çıkartabildim, keşke botum olsa diye ağladım. Ciddi ciddi bunları yaşadım ve o an tek isteğim kendimi Antalya’da kzıgın kumlara atıp haşlanmak falandı, o kadar söylüyorum.

Dresden özet fotoğrafı

Dresden hiç aklımda olan bir yer değildi, Prag’a giderken aktarma yapmak için uğradım. Beğendim mi, birkaç yeri evet ama bence çok çok karanlık bir şehir. Zaten hava gri, bir de şehirdeki binalar oksitlenmeden dolayı simsiyah olmuş, al sana cenazeye gider gibi giyinmiş şehir. Vallahi içim karardı. Zwinger isimli yazlık sarayı gezdim, burası baya güzeldi, çok ihtişamlı bir yerdi ama Dresden’e yapılan YAZLIK saray ne kadar verimli olur bilemiyorum tabi 😀

Dresden Kalesi de güzeldi, her yer çeşme ve heykel dolu. Onun dışında bir tane 2. Dünya Savaşı’nda yıkılan ama daha sonra halkın birleşip tekrar inşa ettiği bir kilise var, bu kadar. Ama en çok gitmek istediğim yer olan Kunsthofpassage’a gidemedim, elbet fotoğrafını görmüşsünüzdür, üzerinde borular olan yağmur yağınca müzik yapan mavi bina. Hem vaktim yoktu, hem de o havada yürüyemedim yani.

Akşam Prag’a geçtim ve neyse ki, binlerce şükür hava 12 dereceye geldi ve biraz da olsa montsuz gezebildim. Orada İsrailli bir adamla tanıştım, Türk olduğumu duyunca “Anadolu Ankara’ya kadar Yunan, gerisi Kürt, sen nesin???? Saf Türk yoktur, bense 150 yıldır saf ırkım” muhabbetlerine girdi. Amca bi git allahasen ya gelmişin kaç yaşına, sokakta tanıştığın kişiye dediğin şeyler bak. Hostelime yerleştim ve Dancing House’u görmeye gittim. Zaten herkes fotoğraf çekiyor, bir tane artık Çek midir nedir bilemiyorum, fotoğraf çektiğimi görünce “hıh” diye göz devirip gitti. Ay dünyaca ünlü yer orası, heralde çekicem, manyak mıdır nedir.

Dancing House’la dans eden foto çekmeye çalışırken

Yeteri kadar üşüdüğüme emin olduktan sonra (?) hostele geri gittim. Açıkçası bütün “pis” yorumlarına rağmen 1 gece kalacağım için en ucuz hosteli seçtim ama Prag’da ve özellikle hostelimin olduğu yerde bir tuhaflık var. Göçmen bölgesi gibi bir yer olabileceğini düşünüyorum ve bütün sokaklar ama bütün her yer ot kokuyor. Yemin ediyorum Amsterdam böyle kokmuyordu be. Sağolsun Maps beni hostele öyle yerlerden götürdü ki bütün şehrin uyuşturucu ticaretine şahit oldum, milyarlar uçuştu havada.

Ertesi gün sabahın köründe kalkıp John Lennon Wall’a gittim ve duvarın önünde fotoğraf çekilen 1 kişi bile yoktu. Ben fotoğraf çekildim ve giderken dönüp baktığımda ise neredeyse duvara değecek yer yoktu, ne ara geldiniz ben anlamadım. Oradan yaklaşık 1 saat tırmanıp Prag Kalesi ve çok güzel bir katedrale çıktım ve süperzeka ben o günün pazar olduğunu ve insanların ibadeti için ziyaret saatlerinin geç olabileceğini düşünmedim, tabana kuvvet geri indim çünkü açılmasına 2 saat vardı. Bu arada meşhur trdelnik ve çikolatalı biradan aldım, ikisi de güzeldi ama bir daha alır mıyım bilemiyorum. Hele trdelnik, ağzına tarçın sürmeyen biri olarak tarçınsız yapılanı denk geldiği için çok mutluyum, bir daha tarçınlı yemeyi riske atamam sanırım.

Dikkat Alman polisi çıkabilir

Artık Almanya’ya dönüyorum, otobüsüme bindim ve yanıma da Meksikalı bir kız oturdu. Çantasını bırakıp bagaj koymaya gittiği an yanıma bir adam geldi “boş mu” diye soruyor. Değil diyorum, eşya var diyorum ve ne yapsa beğenirsiniz, kendi dilinde “nah dolu” gibi bir şeyler geveleyip çantasını fırlattı koltuğa. Tam o sırada kız geldi de adam başka yere gittim.

Yaklaşık 1 saat sonra Almanya’ya girdik ve otobüs pasaport kontrolü için durdu ve içeri Alman polisleri geldi, tek tek pasaportlara bakıyorlar. Verdim pasaportumu, “Republic of Turkey” yazısını görünce bana baktı, pasaporta baktı, her sayfaya her damgaya tek tek baktı, en son Türkiye’den çıkış damgalarına baktı, fotoğrafıma baktı, tekrar bana baktı ve nihayet saatler sonunda pasaportum bana ulaştı. Ne yani Türküz diye böyle mi muamele görmemiz lazım, yanımdaki Meksikalı’nın Schengen vizesine bakıp geri vermeyi biliyorsun ama sevgili Alman polisciğim???

Bu arada kontrol gerçekten 1 saat kadar sürdü ve bir ara otobüste bir uğultu başladı. Camdan bir baktım, iki polis bir adamın kollarında, indirmişler adamı otobüsten götürüyorlar. Ve bu adam kim çıksa beğenirsiniz? İlk başta yanıma oturmaya çalışan adam! Zaten bir garipti, bir sorun olmasına şaşırdık mı, hayır.

Yeni insanlar & kültür karışıklıkları

Bu arada enstitüde Seda ile tanıştık, Almanya’da başka bir labda post-doc olarak çalışıyormuş, deney yapmak için bizim enstitüye gelmiş. Bayağı bir dedikodudan sonra öğrendik ki daha önce yaptığım stajların birinde beraber çalıştığım kişi ile sınıf arkadaşı çıktılar 🙂 Zaten ben bu şekilde tesadüflerimle anılan bir insanımdır, kilometrelerce öteden yine bir tanıdığım çıkmasa şaşardım.

Eğer havalar güzel gitseydi burada Datsche diye bir mekanda konsere gidecektik ama aynı gün rüzgardan uçtuğum için (gerçekten) plan değiştirip Ayşe’nin evinde pizza yemeye karar verdik. Rodrigo, Xiao, Ayşe, ben karnımızı misler gibi doyurduktan sonra başladık Türkçe şarkılar açıp söylemeye. Meğer ben gelmeden önce bir gün Ayşe, Xiao ile Rodrigo’ya Müzeyyen Senar eşiliğine rakı masası hazırlamış 😀 Anlattıklarına göre gecenin sonu samba yaparken bitmiş orası ayrı.

Bu arada en uzun gündüz yaşandı ve aşağıdaki fotoğraf çekildiğinde saat 23:20’yi, bence çok güzel 🙂

Umarım benim stajım da samba yapacak kadar keyifli biter diyerek bu 2 haftalık yazıyı bitiriyorum. Önümüzdeki hafta yazı haftalık özet gelmeyecek çünkü çok keyifli bir yerde olmayı planlıyorum, onu da gelince anlatırım. O zaman diğer hafta biraz daha güney semalarından haberlerle görüşmek üzere, arrivederci <3